Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi
از خودتان درباره کتاب توضیح کوتاهی بنویسید
Imre Lakatos çağdaş bilim felsefesi literatüründe ayrıcalıklı bir yeri olan düşünürlerdendir. Lakatos’un bu kitaptaki yazıları, bir anlamda onun bu ayrıcalıklı yeri neden hak ettiğini göstermeye yetecektir. Buradaki yazılarında çağdaş bilim felsefesinde ortaya çıkan sorunları oldukça iyi bir analizle ele alarak bilim felsefesini girdiği kimi çıkmazlardan da kurtarmaktadır. Lakatos’a göre bilim felsefesi için bilim tarihini iyi bilmek gereklidir; ne var ki, bilim tarihindeki olguları iyi betimleyebilmek için de bilim felsefesinin bilimin ne olduğuna ilişkin analizi, yani bilimin bilim-olmayan diğer etkinliklerden ayrımına ilişkin ortaya koyduğu felsefi analiz gereklidir. Kant’ın iyi bilinen bir sözünü bilim felsefesi ile bilim tarihi arasındaki ilişkiye uygulayan Lakatos bu ilişkiyi şöyle dile getirmiştir: “Bilim tarihi olmaksızın bilim felsefesi boş, bilim felsefesi olmaksızın bilim tarihi kördür”. Popper’la başlayıp Kuhn’la devam eden bilim felsefesi tartışmalarının son ayağını oluşturan bu kitap Türkçe literatürde önemli bir eksikliği kapatmayı hedeflemektedir. “Adı genelde Popper, Kuhn ve Feyerabend’a karşı olarak anılan Imre Lakatos, çağımızın en önemli blim felsefecilerindendir.” –Richard Harter, Tufts Üniversitesi “...Lakatos daha önce okumamış olanlar onun harika şakalarından çok hoşlanacaklardır.” Ian Hacking, London Review of Books “.. her bilim veya matematik felsefecisinin elinin altında bulunması gereken bir kitap.” –Philosophy “Lakatos’un felsefesini en iyi yansıtan makalelerinin toplamı...” Philosophical Books Lakatos’un Kuhn ve Feyerabend Eleştirisi Imre Lakatos, BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ, Alfa Bilim Dizisi, Şubat 2014 Imre Lakatos çağdaş bilim felsefesi literatüründe bilimsel ilerlemenin rasyonel olarak açıklanabileceğini savunan bir düşünürdür. Bu kitapta yer alan yazılarında çağdaş bilim felsefesinde ortaya çıkan sorunları oldukça iyi bir analizle ele alarak bilim felsefesini girdiği kimi çıkmazlardan da kurtarmaktadır. Lakatos’a göre bilim felsefesi için bilim tarihini iyi bilmek gereklidir; ne var ki, bilim tarihindeki olguları iyi betimleyebilmek için de bilim felsefesinin bilimin ne olduğuna ilişkin analizi, yani bilimin bilim-olmayan diğer etkinliklerden ayrımına ilişkin ortaya koyduğu felsefi analiz gereklidir. Kant’ın iyi bilinen bir sözünü bilim felsefesi ile bilim tarihi arasındaki ilişkiye uygulayan Lakatos bu ilişkiyi şöyle dile getirmiştir: “Bilim tarihi olmaksızın bilim felsefesi boş, bilim felsefesi olmaksızın bilim tarihi kördür”. Lakatos’un bilim felsefesi içindeki yerini ayırt etmek için çağdaş bilim felsefesinde ileri sürülen kimi bilimsellik ve rasyonellik ölçütleri ile bilim ve metot tasarımlarına kısaca değinmek gerekir. Bilim felsefesi 20. Yüzyılda ortaya çıkan bir disiplin olsa da bilimin ne olduğuna ilişkin, bilimle sahte-bilimi birbirine ayırmaya ilişkin sorun felsefe tarihi kadar eski sayılabilecek bir sorundur. Sokrates’ten beri bilgi inanç ayırımı üzerinden aklın inançla uzlaşmazlığı sürekli söylenegelmiştir. Felsefi düşünmenin odağının iman meseleleri olduğu Ortaçağ düşüncesi de aslında akıl ile imanı uzlaştırma çabalarından oluşur. Bu çabalar bile aklın inançla bağdaşmazlığını göstermektedir. Ortaçağ’da çaba uzlaşmaz olanları uzlaştırmaya çalışmaktır. Ortada bir problem olmasaydı bu problemi çözme girişimleri de olmazdı. Bu çaba en iyi “İnanıyorum, çünkü saçma” diyen Tertullianus’un sözlerinde dile gelmiştir. 18. yüzyılda David Hume da İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma’sını “Bu ilkelere ikna olmuş olarak kütüphaneleri elden geçirsek nasıl da bir yıkım vermek gerekir? Elimize bir cilt, söz gelişi ilahiyatla ya da skolastik metafizikle ilgili bir kitabı alacak olursak şunu soralım: Sayı ya da nicelikle ilgili herhangi bir soyut akıl yürütme içeriyor mu? Hayır. Varoluş ya da olgu durumlarına ilişkin deneysel akıl yürütmeler içeriyor mu? Hayır. Atın onu öyleyse ateşe, çünkü içinde safsata ve yanılsamalardan başka bir şey olamaz”[1] diyerek bitirir. Humecu kitap yakma eylemine girişmeden önce bilimle metafiziğin ayrılması için bir ölçüt gerekiyordu. Kant da Saf Aklın Eleştirisi’nde böyle bir ölçüt sundu. Kant’ın metafiziğin bir bilim olamadığını ve neden olamadığını ortaya koyması da bu çabanın bir ürünüdür. Kant Prolegomena’sında doğa bilimi ve matematik ilerlerken metafiziğin ortaya çıktığı andan beri tek bir adım atamamış olmasının nedenini onun henüz bir bilim olarak bile başlamamış olmasına bağlar. Prolegomena’da “Eğer Metafizik bir bilimse, nasıl oluyor da diğer bilimler gibi genel ve sürekli bir tasvip kazanmıyor? Yok, değilse, nasıl oluyor da bilim kisvesi altında, durmadan böbürlenerek insanın anlama yetisini hiç sönmeyen ama hiç de gerçekleşmeyen umutlarla oyalıyor?”[2] derken aynı problemi dile getirmekteydi. Epistemolojinin bu temel sorunu 19. yüzyılın sonlarından itibaren ve 20. yüzyılda doğa bilimlerinin büyük ilerlemeler kaydetmesiyle bilim felsefesi adında yeni bir disiplin altında tekrar söz konusu edildi. Bu sefer temel problem bilim ile metafiziğin, bilim ile bilim olmayanın ya da bilim ile sahte-bilimin ayırt edilmesi sorunuydu. Popper’den bu yana, bilim ile sahte-bilimin arasına sınır çizmemizi sağlayacak bir ölçüt bulma sorununa “sınır koyma sorunu” denilmektedir. Sınır koyma sorunu bilim felsefesinin temel bir sorunudur ve soruna yönelik çözüm önerileri bilimin ne olduğuna ilişkin soruya yanıt verirken, bilim etkinliğinin bilim olmayan başka etkinliklerden farkını göstererek bunu yapma girişimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Unutulmaması gereken nokta “sınır koyma” sorunu denilen sorunun bilimsel bir sorun değil, bir felsefe sorunu olduğudur. Bilim insanları arasında bilimde ortaya konulan kuramların bilimsel olup olmadığı, bilimsel ilerlemelerin rasyonel olup olmadığı konusunda bir anlaşmazlık yoktur. Anlaşmazlık, daha çok, bilimsellik ya da rasyonellik ölçütlerinin ne(ler) olacağı konusunda felsefeciler arasında çıkmaktadır; bu anlamda da sorun bilimin değil felsefenin bir sorunudur. Bilim felsefesinin çözmek üzere ortaya koyduğu bir problemdir bu sorun. Felsefenin çoğu sorununda olduğu gibi bu problem de çözülmek üzere ortaya konulduktan sonra, ileri sürülen olanaklı çözümlerden her birinin kendi bakış açısına göre diğer çözümler problematik görünür. Lakatos bunu farketmiş ve bu çıkmazı aşmak üzere yeni ve geliştirilmiş bir çözüm önermiştir. Bu kitapta yer alan yazılarında Imre Lakatos bu temel sorunu tarihsel olarak ele alarak bütün bu düşüncelerde eksik olan yanları vurgulamış ve bu soruna kendisi de oldukça yerinde bir çözüm önermiştir. Lakatos’un yeni bilimsellik ölçütünün değerini ve kendisinden önceki görüşlere göre ortaya koyduğu ilerlemeyi anlayabilmek için bilim felsefesinin içine girdiği çıkmaza getirdiği çözüme bakmak gereklidir. Çağdaş bilim felsefesinin ortaya koyduğu bilimsellik ölçütleri bazı sorunlara yol açınca Feyerabend gibi kimi düşünürler ve kimi “postmodern” düşünürler bu sorunlardan hareketle ortaya rasyonel ölçütlerin konulamayacağını vurguladılar. Bilim felsefesi bir anlamda çıkmaza girmişti. Üstelik bu eleştiriler postmodern yazında toptan bir akıl eleştirisine dönüştü. Lakatos’un buradaki düşünceleri büyük oranda bu postmodern eleştirilere bir yanıt niteliğindedir. Kuşkusuz Lakatos’u bilim felsefesinde öne çıkaran nokta Feyerabend’ın “ne olsa uyar” ilkesi tarzı postmodern ilkelere ve Kuhn’un din değiştirmeye benzettiği bilimsel devrim görüşüne getirdiği eleştiridir. Bilimle metafiziği ayırma çabalarında ortaya ayırt edici bir ölçüt koyan ilk felsefe anlayışı, doğrulamacı bilimsellik ölçütü sunan Viyana Çevresi düşünürlerinin anlayışıdır. Buna göre deneysel olarak doğrulanabilir nitelikte olan her önerme bilimseldir. Mantıkçı Pozitivizm olarak da bilinen bu bilimsellik anlayışı bu ölçütü bir anlamlılık ölçütü olarak dile getirmiştir aynı zamanda. Deneysel olarak doğrulanması olanaksız olan her önerme aynı zamanda anlamsızdır, saçmadır. Söz gelişi dünyanın bir ilk nedene dayandığı savı hiçbir şekilde deneysel olarak doğrulanamayacağı için, üstelik olasılığı dahi gösterilemeyeceği için anlamsız olacaktır. Bu bilimsellik anlayışına karşı çıkan Popper Lakatos’un da ifadesiyle “oldukça iyi bir ölçüt” sunar: Deneysel olarak yanlışlanabilir olma. Popper’a göre mantıkçı deneyciliğin ölçütü kimi bilimsel kuramları bilim dışında bıraktığı gibi bilimsel olmayan ya da sahte-bilimsel, söz gelişi astrolojinin önermeleri gibi savları da bilimselmiş gibi göstermede kullanılabiliyordu. Bu açıdan Popper haklıydı. Herhangi bir dizgenin bilimsel olması onun deneysel olarak test edilebilir olması demektir. Bu ölçüte göre astrolojinin önermeleri hiçbir bilimsellik içermezler. Herhangi bir kuram için doğrulayıcı yüzlerce hatta binlerce örnek vermek mümkündür, oysa tek bir yanlışlayıcı örnek bir kuramı yanlışlamaya yetecektir. Bu da deneysel doğrulamanın bilimsellik için bir ölçüt olamayacağını gösterir. Astroloji sürekli kendisini doğrulayan örnekleri aradığından, yanlışlayıcı örnekleri de görmezden geldiğinden bilimsellik taşımaz. Koyré’nin “bilimsel devrim” kavramından yola çıkan Thomas Kuhn bilim tarihinde büyük “paradigma değişimleri” olduğunu ve bu değişimlerin yalnızca Poppercı deneysel yanlışlamayla açıklanamayacağını, kuramsal yapıların değişimlerinin daha çok din değiştirme gibi büyük ve irrasyonel değişimler olduğunu ileri sürdü. Kuhn’un önerdiği bilimsellik ölçütü paradigmalar içinde çalışmaktır. Olağan bilim (normal science) bir paradigma içinde bulmaca çözme etkinliğinden başka bir şey değildir. Bu anlamda dünyaya bakış açımız olarak kavramsal çerçeveler sunan paradigmalar dünya görüşü ya da inanç benzeri yapılardır. Kuhn’a göre bütün paradigma değişimleri akıl dışı olan kavramsal devrimlerdir ve Poppercı yanlışlama mantığı bir paradigmanın reddedilmesi durumuna uygulanamaz[3]. Başka bir deyişle deneysel kanıt bir kuramı yanlışlamak için yeterli değildir. Gözlemlerimiz her zaman kuram yüklüdür, dolayısıyla bir kuramı yanlışlayacak bir deney bu kuram içinde kalındığı sürece söz konusu değildir. Kuhn, bu durumu, kuramların doğrudan doğayla karşılaştırılmasının olanaksızlığı anlamında, paradigmaların eş ölçüye vurulamayacağını ifade etmek üzere ortaya koyduğu “ölçüştürülemezlik” kavramıyla açıklar. Lakatos Kuhn’un düşüncesini, farkında olmadan “dini fanatiklerin”[4] görüşünü haklı çıkardığını ileri sürerek eleştirir ve bilimsel devrimleri Kuhn’un yaptığı gibi irrasyonel din değiştirmeler olarak değil, rasyonel ilerlemeler olarak sunar. Feyerabend bir yandan Poppercı deneysel yanlışlanabilirlik ölçütüne karşı çıkarken diğer yandan Kuhncu normal bilim anlayışını bilimsel tutuculukla eşdeğer görür. Feyerabend’a göre bilim ile sahte-bilim arasına sınır koymak için bir ölçüt bulma sorununun kendisi sahte bir sorundur. Feyerabend bilim ile sahte-bilimi birbirinden ayırmamızı sağlayacak nesnel ve rasyonel bir ölçüt olmadığını söyleyerek modern aydınlanmacı akıl anlayışını eleştirir. Ona göre Batı tıbbını Çin tıbbından üstün görmemizi olanaklı kılacak hiçbir rasyonel açıklama yoktur. Aynı şekilde Ptolemaios sistemi bir inanç sistemidir, Kopernik sistemi de bir başka inanç sistemidir ve Ptolemaios sistemine karşı hiçbir üstünlüğü yoktur. Bu anlamda Kopernikçilerin kazandığı zafer bir propaganda zaferinden başka bir şey değildir. Oysa Lakatos Kopernik devriminin rasyonel olduğu gösterilebilecek şekilde açıklanabileceğini düşünür. Ona göre Kopernik’in başarısı hakiki bir ilerlemedir, çünkü Ptolemaiosçu programa göre fazladan öngörme gücüne, yeni olguların keşfine götürme gücüne sahiptir. Bu da onun önceline göre bilimsel açıdan üstün olduğunu gösterir. Lakatos bu bağlamda Feyerabend’ı yeni kuşkucu irrasyonalizm ve anarşizm dalgasının öncüsü olarak görür[5]. Kuhn gibi Feyerabend da kuramların hiçbir nesnel temelde saf dışı edilemeyeceklerini düşünür. Oysa Lakatos için bilim tarihinin rasyonel olarak yeniden inşa edilmesi oldukça önemlidir. Eğer böyle bir sağlam kurulmuş rasyonel yeniden inşadan yoksun olursak ya Popper gibi bilim tarihinin yanlış bir okumasına sürükleniriz ya da Feyerabend gibi bilim tarihinin irrasyonel bir süreç olduğu yanılgısına düşeriz. Üstelik Feyerabend’a göre bilimsel rasyonaliteyi ortaya koyacak epistemolojik bir kuram olmadığı gibi, aynı zamanda bilimsel rasyonalite diye bir şey de yoktur[6]. Oysa Lakatos’a göre, bilim tarihinde Kuhn ve Feyerabend’ın irrasyonel değişimler gördükleri yerde tarihçi aslında rasyonel bir değişim olduğunu gösterebilir. Bunun için de bilim tarihinin rasyonel olarak yeniden inşa edilmesi gereklidir. Bu da bilim felsefesi olmadan Kuhn ve Feyerabend’ın bilim tarihlerinin kör olması demeye gelir. Lakatos Feyerabend’ın eleştirilerine rağmen bilim ile sahte-bilim arasına bir sınır çizmenin masa başı felsefecilerinin hiç de önemsiz bir meselesi olmadığını, etik ve politik içermeleri de olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla bu sorunun çözülmesi bilim felsefesinin içinde olduğu rasyonellik bunalımı açısından oldukça önemlidir. Ayrıca Lakatos’a göre bilim tarihi ne Popper’ı ne de Kuhn’u desteklemektedir. Hem Poppercı can alıcı deneyler hem de Kuhncu devrimler birer mitten ibarettir[7]. Lakatos’un öncellerinden farkı, kuramların bilimsellik açısından değerlendirilmesinde göz önünde tutulması gereken noktanın tek bir kuramın değil, kuramlar dizisinin değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin düşüncesidir. Değerlendirilmesi gereken bir kuram değil bir araştırma programıdır. Araştırma programları da yeni olguları öngörme güçlerine ya da fazladan deneysel içeriğe sahip olup olmadıklarına ve bu fazladan deneysel içeriğin bir kısmının da deneylerle desteklenip desteklenmediğine bağlı olarak ilerletici ve yozlaştırıcı araştırma programları olarak ele alınabilirler. Eğer bir araştırma programı yepyeni olguları önceden öngörüyorsa ilerleticidir, bunun yerine araştırma programı yeni olgular öngörmek şöyle dursun, olgulara yetişmek için olguların arkasından koşuyorsa yozlaştırıcı bir programdır. Dolayısıyla Lakatos, bize, bilim felsefesinde yeni bir ölçüt sunmaktadır. Bilim tarihine ilişkin yapılan değerlendirmelerin hangi zeminde yapılması gerektiğine, nelerin göz önünde tutulması gerektiğine ilişkin bir ölçüt. Bu ölçüt bilimin ilerlemesinin rasyonel temelini ortaya koyacaktır. Böylece bilimsel rasyonalite sorununa da bir çözüm sunulmaktadır. Bilim tarihi kimilerinin iddia ettiği gibi irrasyonel değildir, tersine bilim tarihinin yepyeni bir okumayla rasyonel olarak yeniden inşa edilmesi olanaklıdır ve yapılmalıdır da. Cengiz İskender Özkan Ocak, 2014 Aydın
لغو
ذخیره و ثبت ترجمه
دیدگاه کاربران